karanlık eski bir dolaba tıkıştırılan türlü eşya gibi... ya da bir çocuğun ayıp resimlerini evde kullanılmayan baca deliğine koyması gibi bişey.

18 Haziran 2007

bacadeligi... nedir ki?

önceleri amacı üzerinde kestane patlatılan, portakal kabuğu közlenen o şirin sobadan çıkan dumanı dışarı salmak olan ama zamanla yeni bir işlev kazanıp saklanacak, biriktirilecek ve ebeveynlerin görmemesi gereken şeylerin zulalanması için mükemmel bir olanak haline gelmiş delik.

eskiden mazbut ve biraz da huzurlu ev ortamını, geniş aile muhabbetlerini taşıyan biraz da tasavvufi bir odakken modernleşen dünyada kirli işlerle uğraşan, zaman zaman soft porno sektörüne hükmeden ve kara para (s)aklayan bir şer yuvasına dönüşmüştür.

derseniz ki daha önce de bu tip işleri üstlenmemiş miydi bu delik? evet zaman zaman annelerin ev ekonomisini sağlam temellere dayandırmak yani kara günler için biriktirdiği paralara, evin ergen delikanlısının porno bile denilemeyecek karılı kızlı mecmualarına evsahipliği yapmış da olsa, tüm nostaljik gerçekler gibi o icraatları da kirli sayılamayacak pembe anılardır olsa olsa. yazın zulaladığı sigara paketinin kış gelince sobayı kuran baba tarafından bulunmasından sonra asıl işlevi kışın yakılıp ısınılmak olan odunlardan en kallavisiyle dövülen delikanlıya göre mına koduğumun deliği'dir orası ayrı tabi.

16 Haziran 2007

"kap"lar

kıvamı suya yakın
bir harç gibiydi hayatım
şeklini almaya çalışan
içine dolduğu her kabın
gün geçtikçe kaplar ve şekiller azaldı
özlem ve kavga kapları kaldı geriye
dimdik yukarı kaldırdığım parmaklar gibi
iki tane

biri onun kabı
biri gelecek güzel günlere yürüyen yollarım
eğilip bükülmekten kurtuldum böylece
ikiye bölüp yüreğimi
o kaplara katık
betonlaştırabilirim artık

10 Haziran 2007

Başka Çare Yok (Devinim)

Bu acının filmini çekemeyeceğim. Neden bu kadar acıyor,sancıyor bilmiyorum. Hayatımda böylesini de hiç yaşamadım. Hareket etmemi bütünüyle engelliyor sanki. Kendimi doyurmamı, soluk almamı ya da herhangi yaşamsal ihtiyacımı. İşin ilginç tarafı ortada acı vermesi gereken hiçbir şey yok. Laf arasında kovulmuşum. Bozguna uğratılmışım. Birileri sanki hiç görünmeyen bir hançeri sırtıma saplamış. Beklemediğim tarafımdan almışım yarayı, hançeri orada bırakmış içime kanıyor. Oysa o hançeri saplayan ilerde içimde çevirecek o hançeri. Söküp atsam öyle bir parçamı kaybedeceğim ki hem de. Söküp atmamın olanağı yok. Biliyorum ancak saplayan sökebilir o hançeri.
Ama önce acımasızca zorlaması lazım. İçimde durmadan kanırtması lazım onu. Sonra tüm gücüyle içeri ittirmesi gerekecek. Hayır bana bir şey olmaz. Olmayacak da. Sadece canım yanacak, gözlerimden yaş bile gelmeyecek. Neden bilmiyorum. Gözyaşlarım neden kurumuş. Hiç ağlayamıyorum. Bazen ağlamak için kendimi zorladığım gözlerimi olanca gücümle yumduğum oluyor. Ancak yüzüm buruşuyor, ciğerlerimden eziliyor gibi kesik ve ince hırıltılar geliyor. Öyle ince inleyişler ki kimseler duymuyor gece yarılarında bile.
Oysa canım nasıl da yanıyor. Bir bilebilseniz. O acıyı siz de hissetmek istersiniz ve hiç acımazsınız bana. Belki hançeri saplayan da böyle. Biliyor ki o hançeri çıkarsa geriye hiç durmamacasına kanayan bir çocuk kalacak. Sızıların hep ince ve sürekli devam ettiğini görmüştüm. Ama bu öylesi değil. Sürekli ve devasa bir sancı. Kimileri midem delinecek gibi oluyorum. Ve artık bir isim koymak istemiyorum buna. Aşk değil. Böyle bir şey olmamalı aşk. Kesinlikle başka bir şey. "Biri için" değil, o birine yanıyorsun. Anlatmak öyle zor ki. O'na dokunabiliyorsun. Saatler birlikte geçebiliyor. Birlikte gülüyorsun. Kızıyorsun ona. Sonra hemen geçiyor. Dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigarayı kıskanıyorsun. Sonra durmadan ellerine bakıyorsun. Ellerini inceliyorun. Aklından beyaz geçiyor, hamur geçiyor, belki un ve devinim geçiyor aklından. Hiç bitmeyen capcanlı bir devinim. Sanki sonsuza kadar sürecek gibi geliyor o devinim. Çimenleri okşayacak, sigara yakacak, sesleri sıraya dizip salacak ortaya ve belki de sevgilisinin saçlarına dokunacak. Oysa hiç birinde orada olamayaksın sen. Senin orada oluşun o beyazlığı, una bulanmış hamuru ve o devinimi görebildiğin kadardır. Kaldı ki çoğunlukla göremiyorsun. Bir sen sikayetçisin bundan hem de başkası değil.
Elleri bile şaşıracak belki onca kafana yediğin balyoz gibi sözlere, siktirin en kibarından [evet en dokunaklısı o oluyor nedense] en kabasına kadar hepsini duymuş olmana rağmen gitmeyişine, gidemeyeşine. İşte o zaman siktirler olağanlaşacak. Nasıl olsa gitmiyor bu hıyarağası diye. İçine dolanı jiletlerle kazımak istersin o zaman. Boğazından bir usturayı daldırıp, içinde onun yanındayken ılıklaşan ne kadar yer varsa hepsini tek seferde böyle kabağın içini oyar gibi kazıyıp kanlı ve parça parça söküp atmak isteyeceksin. İçinde ısınmayan hiçbir zerre olmadığını farkedeceksin. Geriye senden birşey kalmayacağını yani. Geriye kalan herneyse ona küfredeceksin ağız dolusu. Yine ağlayamayacaksın. Yine gidemeyeceksin.
Artık dayanamamak isteyeceksin. Serde ne varsa hepsinden vazgeçip, bir daha doğrulamamak üzere yüzüstü yatmak yere. Dayanma gücüne sen de şaşıracaksın. İçine dolan ne kadar karanlık varsa neredeyse o kadar da aydınlık olduğunu farkedeceksin. İçine doğanlar gerçek olmayacak hiçbir zaman. Neleri kaybettiğini bile hesap edemeyeceksin. Kaybettiklerin asla geri gelmeyecek. Zaman geri dönmeyecek ama pişman olmayacaksın. Kayıtsızlığına şaşıracaksın beyaz ellerin. Bir yandan sevineceksin. Bu yazdıklarımı bilse neyi değiştirecek diyeceksin. Sevginin kazanılacak bir şey olmadığını. Vazgeçmemeyi öğreneceksin. Gel gör ki elinden bir şey gelmeyecek. Bu yüzden içine doğan her neyse onu gerçek yapmaktan başka çaren olmayacak. Yanımda olsan ne olacak yani dediğinde, içine doğanları anlatamayaksın ki ona. Ben gitmekle kalmak arasında sıkıştım diyemeyeceksin. Gidersem bir daha göremeyeceğim seni. Bu yüzden önemli senin yanında geçirdiğim zamanların bir saniye bile daha kısa ya da uzun oluşu. Uzatmak için sen herşeyini vereceksin. Benliğini, değerlerini, o piç dünyada seni vareden herneyse onların belki tamamından belki bir kısmından vazgeçeceksin. sadece bir kaç dakika daha fazla görebilmek için onu. Sadece bir kaç dakika daha ona yakın olabilmek için. O tüm bunları neden yaptığına anlam veremeyecek ve işin acısı sen varoluşundan vazgeçtikçe her seferinde biraz daha küçüleceksin, ayakları altında ezileceksin onun. Ve belki o sana göre dünyanın tüm iyilerini üzerinde toplamış insanın, bundan nasıl da zevk kaldığını farkedeceksin. O zaman dünya tersine dönmüş gibi gelecek sana. Zaman da tersine döndüğünden örtemeyecek yaraların üstünü. Tam tersi derinleştirecek hançer yarasını.Onun aslında aklının ucundan geçemeyecek kadar, her insan nasıl bir kötülük taşırsa içinde hiçbirinden aşağı kalmadığını farkedeceksin ve kabulleneceksin. Hançeri söküp atmana ve yerinden kalkıp doğrulmana yoluna devam etmene yetmeyecek ama bu.
Çokca olduğu gibi bu yolculukta, son sürat giderken atlamak isteyeceksin. Yapamayacaksın. İçine doğan neyse onun gerçek olması için beklemen fayda etmeyecek. Sen gerçekleştireceksin. Tüm varlığına varoluşuna bir anda bütünüyle dört elle sarılıp, varoluşunun önemli bir kısmını geride bırakmaya cesaret edebileceksin. Hayallerinin peşinden gideceksin. Gerçek olmasını en çok istediğin hayalini bırakmayı göze alacaksın ama. Kendini öldürmeden ölüme gideceksin yani. Gözünü kırpmadan ve varoluşunun beyaz, hamur elli parçasını geride bırakıp, seni vareden diğer tüm değerler için. Savaşa gideceksin yani. Arkana bakmadan beyaz ellerin hayalini aklının en ücra köşesine gömüp inandıkların uğruna savaşmaya gideceksin. Çünkü sevgiyi kazanmak için savaşmak bir işe yaramıyor. Ama savaşmak geri kalanlar için. Geri kalan tüm hayallerin için savaşmak. Başka çare yok.

19 Mayıs 2007

...

bana göründüğün kadar
beyaz olduğunu
kimse bilmemeli...

30 Nisan 2007

Yaşasın 1 Mayıs!

yarın üretenlerin, umutlarından gayrı birşeyleri olmayıp da bu dünyayı her an yeniden yaratanların yönetenlerle hesaplaşma günü. yarın işçilerin, emekçilerin ve sömürüye, ırkçılığa, faşizme geçit yok diyen, barış,demokrasi ve özgürlük isteyenlerin mücadele günü ve bayramı. tüm "başka bir dünya mümkün" diyenler yarın alanlarda, halaylarda, kortejlerde olacak.
siz nerede olacaksınız?

22 Nisan 2007

dokunamadığım yüreğin dumanı


beni sevmessen
gecekonduları sev
inatçı bir sobayı tutuşturan çıraları
iki minik güçlü yüreği taşıyan eski kanepeyi
ayakucu delik ya da delik olduğundan ayakucu
sev kırmızılı battaniyeyi
sigara yanıkları yer yer eskimiş kilimi
beni sevmessen onları sev
alınteri sinmiş bir somun ekmeği
bölüşülmeye can atan
sev ötekilere sefalet gibi görüneni
taşa demire öfkeye kesmiş
fikirleri
sev
mücadeleyi
hayalleri
gerçekleşeceği binalaşacağı ve ülkeleşeceği
kesin olan o tek rüyayı sev
benim varlığımı doğuranlardır
benim varlığım o rüyaya gebedir
hiç görmesen de o rüyayi sevmen
beni sevmendir



sev
çekinme ki
insan kalasın
hiç zarar görmeyesin
dokunulsan da
benden başkası hiç dokunamasın




sev
yüreğin o asla uyumayan sobanın
içinde tutuşsun
sev ki
alev tavana ışık vursun
dokunanın eli yansın kavrulsun
kederlenme hiç
gözlerimi tavana dikip
pencereden bacaya
dumanını izlemek de güzeldir
o dokunamadığım yüreğinin


krmzskbrds

30 Mart 2007

Formül


hiçbir zaman kalbimi kırmak istemedin biliyorum
umudu yaşayabilmem için verdin bana
sanki bebeğinin ağzından sızan çorbayı
kaşığıyla toplayıp toplayıp geri dökmesi gibi kursağına
                                                               bir ananın
3-5-7-1 son
budur bu işin formülü
derken şaka yapıyor gibiydin
sevecendin
üç gün dayanırsın yokluğuma ilkten dediydin
sonra beş olur
merak etme ilk zamanlar gelirim üçbeş gün arayla
bir zaman sürer böyle
ve yedi gün olur yokluğuma dayanma haddin
sonradan sonraya kırk yılda bir düşerim aklına
ve biter...son...demiştin
yükümü isteksiz omuzlamayasın diye
inanmış gibi yaptım bulduğun çareye
3-5-7 geçti sırada kırk yılda bir var
doğruların sarsılmasın
formülün kanıtlansın
aslında bak bu da alelade bir şiir zaten
sen şiir sevmessin hayyam'ınkilerden başka
ve şiir yazıcıları da sevmessin bilirim
biyerleden fotoğrafını buldum
malum kırk yılda bir çok bilinmez bir zaman
kızma kırk yılda bir bakıyorum fotoğrafına da
olmuyor
hayat denklemler gibi kurulmuyor
düşler sayılara hapsolmuyor
ve haberin olsun
gel demiyorsam da sana hiç
aklında bulunsun
formülün hiç bi boka yaramıyor
!


krmzskbrds

14 Şubat 2007

izmarit gibi

izmariti katıp şehir rüzgarına
savurup fırlatmak çamurlu kaldırıma
keşke öyle kolay olsa
çamurlu bir sevdayı tüketip uyuyakalmak
izmarit gibi,
bir kaldırımda

12 Şubat 2007

Pinhani- Hele Bi Gel

güzel şarkı...

22 Ocak 2007

daphne...yani defne...yani bir ege hikayesi...

yarın doğumgünü olan birine bir ege hikayesi…

     apollon peneus ırmagının kenarında dolanırken,guzel mi guzel ısırılası bir hatun gorur oda daphnedir...apollon turkı filmlerinden bir replikle kıza dogru ko$maya ba$lar koskoca tanrı deliler gibi a$kın pencesine du$mu$tur artık....bu sırada dogası geregi daphne'de ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyor, ay ışığında yabani hayvanları kovalamakdan avlamakdan korkulası bir zevk alıyordu...yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu..ve erkeklerden nefret eden feminen bir tutumu vardı ki,olmaz kardesim ben evlenmicem diyoru hep cevresindekilere..fakat apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu. ormanda karşılaştıklarında tanrı apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi ancak daphne ondan korkarak koşmaya başladı. apollon ne dediyse onu durmaya ikna edememişti, daphne korkmuştu bir kere. yorgun düşene kadar koştu koştu, daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve toprak anaya yalvarmaya başladı.
ey toprakana beni ört beni sakla, kurtar"
toprakana onun yakarışını duymuştu, az sonra daphne yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini, odunlaşmaya başladığını hissetti. gri renginde bir kabuk göğsünü kapladı. güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve kolları dallar halinde uzandı, küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi.

     apollon sevdiği kıza sarılmak isterken bu defne ağacına çarpınca şaşırdı. o günden sonra defne ağacı apollonun en sevdiği ağaç oldu, ve defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu. kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar.
hulya kocyigit&ediz hun formatındaki türk filmlerini aratmıcak,kısa hikayesi budur daphne'nin...