karanlık eski bir dolaba tıkıştırılan türlü eşya gibi... ya da bir çocuğun ayıp resimlerini evde kullanılmayan baca deliğine koyması gibi bişey.

28 Haziran 2006

Çok Sıcak Yaw!!

karika için yiğit özgür’e teşekkürler

17 Haziran 2006

Ahmed Arif aramızda cam bölme


Bir şiir... kırmızısekberduş seslendiriyor, arkaplan müziği erkan oğur'a ait bir çalışma: lorik. küçük kuş anlamına geliyor bildiğim kadarıyla ve şiir çok sevdiğim "namus işçisi"nden yani Ahmed Arif'ten "aramızda cam bölme". aşağıdaki play butonuna tıklarsanız dinleyebilirsiniz.









Aramızda Cam Bölme,Ahmed Arif

yarında öss var

15 Haziran 2006

Fiberler!

Selam. Haziran ayının bu sıcak, sıkıntılı ve hep yalnızlıkla sıvanmış günlerinde hala nasıl oluyor da koruyabiliyorum akıl sağlığımı bilmiyorum. Okuyanlar bilirler, bu blog benim öykülerimi, şiirlerimi yazdığım ve kimi zaman önemli güncel gelişmelerden bahsettiğim bir... ehh... şey zula. Evet evet zula. Bu günlerde içimdekileri zulaya atacak gücü bile bulamıyorum kendimde hikmetse. Bir öykü bir şiir dediğin de ha deyince çıkmıyor. O zaman bir düşüncedir alıyor beni. Bir yazı hazırlamam lazım ya bu blog'a. Ne yazılır ki?

Sahi ne yazılır bir blog'a. Yani dişe dokunur, böyle internet denen ne idüğü belirsiz nanenin bir köşesinde kaybolmayacak, okuyanı etkileyecek,derinden sarsacak ne yazılabilir.

Bir kere bir bu bir net sahifesi. İnsanlar buruşuk bir sarı kağıttan değil yüzlerce liralık parlak ışıklı monitörlerden okuyorlar bunu. Yani sen olanca romantikliğinle, kederinle, buhranınla ya da sevincinle, coşkunla yaz. İnsan ne kadar dokunabilir senin o yollara saçmaktan korkmadığın kağıt parçalarına.

Neyse sıkıcı dedim ya bugünlerde hayatım. İlla sıkacağım şans eseri ve küçük ihtimal bu "zula"ya yolu düşmüş insancıkları. Ama böyle işte. Bu kadar gelir elden arada fiberler varken. Yoksa insan canı sıkkınsa eğer ve birileri dinliyorsa onu, belli etmemeye çalışır can sıkkınlığını. Ve unutur bir zaman sonra. Eğer onu dinleyen birileri varsa. Yani şu anda bu yazıyı şans eseri okuyan dostlar elimde değil canınızı sıkıyorsam eğer. Çünkü hava çok sıcak. Önümü göremediğim bir sis var hayatımda. Ve bizler ne yazıkki birbiribe yabancı bir çilingir sofrasının iki ucunda değil, aralarındaki mesafeyi şöyle böyle kestiremediğimiz bir fiber kablonun iki ucunda oturuyoruz. Ve fiberler data taşırlar ancak. Göğülden göğüle o görünmez yolu kuramaz fiberler.

09 Haziran 2006

World Cup 2006 başladı bile!

2006 Dünya Kupası bugün Almanya'da başlıyor. İnsanları 1 ay boyunca yeşil sahalara ve bir topun arkasında koşan adamlara kilitleyecek bu büyülü organizasyona değinmesem olmazdı sanki. Evet futbol kesinlikle büyülü bir şey ama doğla olanı mahalle arasında fukara çocuklarının oynadıkları büyülü. Üstünden sömürü yaratılanı değil. Dünya Kupası yine büyük bir neşe ve coşkuyla izlenecek ve turnuvanın açılış maçının başladığı şu dakikalarda aceleyle son olarak şunları kazıyıp gidiyorum maçı izlemeye bu kimselerin girmediği blog'uma:

ENDÜSTRİYEL FUTBOLA HAYIR!

07 Haziran 2006

Son(suz) Darbe


Ellerine yamalarla dolu gururdan eldivenler geçirmiş bir boksör gibi. Bir yumruk alıyorum günlerden. Geçen zamandan. Sarsılıyorum, savruluyorum ringin kenarına doğru. Biraz toparlanıyorum. Güç topluyorum. Gururdan eldivenlerimin yamalarına aldırmadan sıkıyorum yumruklarımı. Kaldırıyorum kolumu, toplayamamışım tüm gücümü. Sıkı darbe yemişim çünkü. Elimden geldiğince kuvvetli savuruyorum kolumu. Çok güçlü sallamışım, eldivenlerime sürten hava yamalardan birini açıveriyor. Ama boşa yapmışım hamlemi. Havayı dövmüşüm hırsla. Tüm gücümü tüketmişim istemeden.

Bir darbe daha geliyor. Hemen ardından bir darbe daha. Yamalar açılıyor. Üstüm başım perişan. Kumaş parçaları, yırtıklar. Ama tamamen kurtulamıyorum onurumdan. Gücüm tükeniyor. Ama ayaklarımı tamamen yerden kesecek kadar değil. Bir sonraki darbenin nerden geleceğini ve şiddetini çok net kestirebiliyorum artık. Belden aşağı vuruyor bazen. Hakemi yok zaten bu dövüşün. Biraz sonra gelecek darbenin çok sert ve tam da kaşımın üst yanına oturacağını biliyorum. Kısa süre bekliyorum. Geliyor. Bir darbe daha. Düşüyorum.

Kalkmak istemiyorum. Neden bu kadar mağrurum, neden kalkmaya mecburum. Düşmemle kalkmam bir oluyor. Ama titreyen ayaklarım zor taşıyor beni. Güç toplamaya vakit yok. Bir darbe daha. Yine yerdeyim. Yine kalkıyorum. Kime olduğunu bilmeden yalvarıyorum. O beni ayağa kaldıran son zerre gücüm kalmasın. Deli gibi istesem de kalkamayayım ayağa.

Ne var ki eldivenlerimin yamaları izin vermiyor. Açılmış kaşım, izi hiç silinmeyecek yaralarım izin vermiyor. İntikam için bir vuruş ve bir kerede yıkma fikri karanlığımı fırsat vermiyor. O kahrolası son zerre gücüm hiç tükenmiyor. Değil bir vuruşta yere sermek hayatın hilekar yüzünü bu hakemsiz dövüşte, elimi kaldıracak kadar bile toplayamıyorum ki gücümü. Bu sefer öyle bir yedim ki yumruğu kalkamam artık dedikten hemen sonra daha güçlü bir darbe geliyor. Sonra daha güçlü... Daha güçlü: Hepsinde ayaklarım titreye titreye geri kalkıyorum. İnattan değil, mecburiyetten. Alışmışlıktan. Ve yalancı bir mağrurlukla kalkıyorum yerden. Belki vuracağım bir fiske hayali yerden kaldırıyor beni.

Ama biliyorum o yumruğu hiç atamayacağım. Karanlıkları değil sadece kendi karanlığımı bile acımasızca yere seremeyeceğim. Yumruğu yiyip ayağa kalkmakla geçecek müsabaka. Belki de yapılması gereken bu. Her seferinde o küçük inatçı demir parçası, yenemesen de yenilme lokması boğazımda bir düğüm oluyor. Ama neyleyim her seferinde son darbeyi beklemek için, son olmasını deli gibi istediğim darbeyi yemek için bir mağrur savaşçı gibi ayağa kalkıyorum. Hayallerim vuruyor. Ben kalkıyorum. Yalanlarım indiriyor böğrüme yumruğu. Ben kalkıyorum. Son darbeyi yemek için her seferinde bu kez son diyerek ayağa kalkıyorum. Artık bu sonsuz döngüyü bitirecek bir zil sesi istiyorum.