karanlık eski bir dolaba tıkıştırılan türlü eşya gibi... ya da bir çocuğun ayıp resimlerini evde kullanılmayan baca deliğine koyması gibi bişey.

13 Eylül 2006

buğdaydan doğumgünü pastası


üzülsün diye değil ama...
mutlu olsun diye
ne de olsa doğumgünü bugün o'nun

yorumsuz!

foto: sebastio salgado

12 Eylül 2006

sevgi duvarı

yeni bir sevda ama gerçek bir sevda bulana kadar ya da o beni bulana kadar hatta daha iyisini bulana kadar ya da o beni bulana kadar yaşamımın manifestosu olmasını delilercesine istediğim ve bunun için elimden geleni yapacağım can yücel kırıntısı.

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa

kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi


kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

can yücel

09 Eylül 2006

Önceki Gün Gibi

    Bu kadar erken saatte neden yatağa girmişti bilmiyordu. Adı gibi bilirdi ne kadar geç yatsa da hep aynı saatte uyanacağını. Yine de erken girmişti bu gece yatağa. Bir aksilik olsun istemiyordu. Olur da beş on dakika geç uyanırsa yarın sabah...
    Yatağın içinde dönüp duruyordu. Kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Eğer böyle düşünüp durmaya, bu  gece neden erken yattığını kendine sormaya devam ederse imkanı yok uyuyamazdı. Aslında sorunun cevabı belliydi. Ya da kestirebiliyordu bu telaşın nedenini. Ama kafasının içinde bir ses boyuna inkar edip duruyordu. Bu gece erken yatmasının sebebi olsa olsa... çiğ
    İşte tam burada itiraz ediyordu ses. Büyütüyorsun diyordu. Hem neden erken yatasın ki. Sen her gün aynı saatte geçiyorsun diye oradan... Kendiyle kavga etmeye pek meyilli olmadığından geri adım atıveriyordu hemen o ses karşısında. Doğru diyordu. Bu yüzden girmiş olamam bu saatte yatağa. Bunu demesiyle herşey başa dönüyor, sımsıkı yumduğu gözleri aniden açılıyor, kafasının içinde bir baykuş ötüyor, o uyutmayan soru yine geçiveriyodu zihninden. Böylelikle yatağın içinde bir tur daha dönüyor, uyuyamamanın sıkıntısı yorganla bir olup, dolanıyordu tüm vücuduna. Ne kadar zaman daha böyle kendiyle kavga etti, ne kadar zaman çarşafları hırpalayıp durdu, yastıkla ne kadar boğuştu daha bilmiyordu. Ama uykuya dalabilmesi için saattin zembereğinin boşalması, güneşin yattığı yerde huysuzlanması, peynir tenekesi evinin uyku kokusuyla dolması gerekmişti.
    Uykuya dalınca, rüyalar sağolsun insanın içinde ses mes koymazlar da, cesaretli gerçekleri haşarı bir çocuk gibi zalim korkuların pencerelerine atıp atıp, kaçarlar. Bu yüzden olsa gerek. Rüyasında o kocaman gözlü , sarı saçları omuzlarına dökülmüş, sanki yüzüne çiğ taneleri düşmüş kızı gördü. Her sabah aynı saatte geçtiği yolun karşı kıyısından geçerken, bir bebeğin ilk soluğu kadar kısa sürede o da göz ucuyla, görebilmişti kızı. geçerken o yoldan tılsım tozları mı serpiştirdi üzerine, yoksa hani bir an boş bulunur ya insan... Doğru düzgün görememişti bile kızı ya, gün boyu içinde sıcak bir boşlukla dolaşmıştı. Bir de şu gece uyutmayan kendisiyle dalaşı...
    Rüya bu ya. O yüzünü bile göremediği kız, yani O'nun için omuzlara dökülen sarı saç, kocaman olduğunu düşündüren parlak gözler ve çiğ tanelerinden ibaret olan, tastamam karşısındaydı. Dakikalarca seyretti kızı. Belki bir başkasına güzel bile değil. Ama o'nun için büyüleyici bir melekti.kırmızı kamyonet yada pikap neyse çocukluktan bilinçaltımda bir sıyrık Rüyasında kızın geçişi o kadar uzun sürdü ki, ta yolun kıyısına uzatıp ellerini kızın yüzündeki çiğ tanelerine dokundu. Tam kızın saçlarına uzatırken ellerini rüyasından kırmızı bir kamyonet geçti. Korna çaldı. Yavaş yürüyen kız hızlandı. Saçları elinden akarken, altın tozları olup savruldular rüzgarda. Çapak olup gözüne kaçtılar. Çapak dedimse, uyku çapağı değil, demir çapağı. Çalıştığı atölye girdi rüyasına. Tezgahı girdi. Kırmızı kamyonetin arkasında kaldı kız. Göremedi. Kızın saçları kaçmıştı gözüne. Demirler, tezgahlar, kamyonetler arasından en son saçları kayboldu
kızın. Sonra hepsi birden karardılar. Rüya bitti.
    İrkilerek uyandı. Saatine baktı. geceki tartışmanın taraflarını söküp beyninden kırmızı kamyonetlerden birinin altına atmak geldi içinden. Geç kalkmıştı her sabahkinden. Nasıl giyindiğini, evden nasıl çıktığını zembereği boşalan saatte sorsanız söyleyemez. Sokaklar boyu koşmaya başladı sonra.bu da su birikintisi ama yağıyor hala yağmur Sabahın buğusuyla yeleğinin ceplerini doldurup yelken gibi daha bir hızlı koştu. Yollara attı kendini. Kırmızı kamyonetlerin kornaları patladı kulağında. Ayakları ağrıdı koşmaktan. Nefes nefese kaldı. Her gün aynı saatte geçtiği o bulanık yağmur birikintileriyle dolu sokağa vardığında saatine baktı. Dün tam bu saatti işte. Kızın sarı saçları, ayağının bastığı çamurlu yapmur sularıyla birlik olup gecesine bu saatte, burada sıçramıştı işte. Güneş de tam o iki binanın arasından sızıyordu. Hatta geçerken kız, yüzündeki çiğ tanelerinden yansıyıp tam gözüne vurmuştu ışığı.
    Elleri dizinde, nefes nefese bekledi. Umutsuzca baktı önceki gün kızın geçtiği yere. Nefesi düzeliyordu. Ellerini çekti yavaşça dizinden. Doğruldu. Gelmeyecekti kız. Kendini suçladı. "Amma büyüttüm" dedi içinden, asıp yüzünü yoluna devam ederken. Tam güneşin önünden geçiyordu ki yine parladı çiğ tanelerinin ışığı gözünde. Kız önceki gün geçtiği yerde belirdi. Durup baktı kıza. Tıpkı önceki gün gibi geçip gittikten sonra kız, şöyle bir ovuşturup gözlerini her sabah aynı saatte geçtiği yoldan yürümeye devam etti. Kafasındaki seslerden biri "Yarın geçeceği ne malum lan" diyecek oldu. Sesi, susmazsa eğer kendisini kırmızı kamyonete korna yapacağını söyleyerek tehdit etti.
 

krmzskbrds

08 Eylül 2006

Paramparçaydım!

kedi


paramparçaydım
her bir parçam bir yerde
kan içinde her biri ayrı sızı
oturmuşum hayatın kıyısına
sızılarım geçer solumdan
yüzüme bakar tanımadığım ağrılarım
sağımda şişe içinde güneşin kankırmızlığı
sonsuz karanlığın yanıbaşında
paramparça...
yeşilin karanlığında bir şişeden gayrı
yapayalnız
ve oturmuş hayatın kıyısına
solumdan iki ayak üzerinde sızılarım
akıtamam zehrimi açlığa
için için sızılarım
karanlık yeşil bir kedi
süzüldü sızıların arasından geldi
ürkekçe sığındı kucağıma
kan içinde kaldı

rind koydum kedinin adını
yapayalnızdım
çünkü
paramparça...
kim gelse yanıma kan içinde kalırdı

rind neden geldin
yalnız karanlığıma neden sığındın
git buradan kedi bak kan içinde kaldın
acıydı gözleri yemyeşil baktı
yüzü değecekti yüzüme
elleri yoktu tırnaklarıyla beni okşadı
kan içindeydi
kan içindeydim
ve yer yeşil
kucağımda rind yeşil
sağımda şişe yeşil
sızılarım durmuş bana bakıyor
yeşilin ortasında bir ben karayım
paramparçaydım

krmzskbrds