karanlık eski bir dolaba tıkıştırılan türlü eşya gibi... ya da bir çocuğun ayıp resimlerini evde kullanılmayan baca deliğine koyması gibi bişey.

02 Mayıs 2006

Senin Öykünün Boşlukları


Ucu iyice kısalmış kurşun kalemiyle "deli saçmaları" yazdıktan sonra oldu herşey. Kapkalın ve neredeyse okunamayacak bir yazıyla "YAZAMIYORUM!" diye bitirmişti deli saçması dediği şeyi. Balkona çıktı, sessizce bir sigara yakıp sokaklara baktı.
"Dibinde beklediğim bu kuyudan çıkışın yazmaktan tarafa düştüğünü sanıyordum uzun zamandır. Çıkmıyor hiçbir yere. İnsanların çok derin olduğunu düşünüyordum. Değiller galiba. Hep sıradan insanların "derinliğine" dair hikayeler yazdım ve basit görünen yüzlerden, silüetlerden farklı ve asil öyküler çıkacağını savundum durdum ona buna... Ben kim oluyordum ki... Nereden biliyordum insanların göze görünenden farklı olabileceğini? Bitti işte. Yazar olmak -ya da yazıyor olmak- böylesi içten içe övünülebilecek bir şey miydi ki sanki? Sıradan insanların farklı yaşamlarını anlatmaya kendimi adamış ben, bunca zamandır kendi sıradanlığımı nasıl oldu da fark edemedim?"
Uzun balkonunda bir aşağı bir yukarı yürüdü bunları düşünürken ve hızlı hızlı içti sigarasını. Delirmekten korkuyordu böyle zamanlar. Ansızın... Geceleri tuhaf düşünceler kapladığında benliğini... Ansızın... Kaldırıp tüm yaşamını, hiç yaşanmamış gibi şu uzun balkondan aşağı atmaktan korkuyordu. Tıpkısının aynısı bir portre çizemeden, anlamı kendinde saklı karartılar çizmeye başlamış bir ressam gibiydi. Dengesini bozacak kadar renklerin, oynuyordu onlarla.
"Kimselerin doğru düzgün okumadığı bir çağda yazar olmak da neyin nesi hem? Bir de içten içe hep övündüm durdum bununla ha. Birilerinin yazılarımı okuyacağı günleri düşledim durdum. İnsanların okumaya artık ihtiyacı kalmadığını ve yazmanın de ilkel bir uğraşı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Şimdi düşünüyorum ama... Hem benimki gibi yazarlık anlamsız ve gereksiz de."
Sigarasını söndürmeden, karanlığa doğru savurdu. Rüzgar kendinden yana esiyordu. Ufak ateş parçaları üzerine savrulup yaktı orasını burasını. (Tam burada öykü yazarı yatırıp uyutmayı düşündü balkonda sigara içen adamı, vazgeçti.)Balkonda, eli boş düşünmeye devam ediyordu.
"Neymiş efendim, bir insan görüyormuşum, bir yüz, hareket, kimi zaman bir karaltı. Sonra o basit ve tekdüze yansımadan başkalarının göremeyeceklerini görüp, bir öykü çıkarıveriyormuşum. Basbayağı yalan, uyduruyorum işte. Hiçbir şey gördüğüm de yok diğer insanlardan başkaca. Budalaca kendimi de inandırdım durdum bu saçmasapan düşe."
Şehrin bomboş sokaklarından birine baktı.
Herkes uyuyordu, ama şehirde hiç sönmeyen bir kaç ışık da vardı. (Yazar burada duraksadı, adama ne yaptıracağını bilemedi, kendi yatıp uyumayı düşündü, vazgeçti.) Bir sigara daha yaktı. Bu gece de güneşin doğuşunu buradan izleyecekti galiba. Çıkış yolunu yitirmişti. Uyumak için önce biraz yazması gerekliydi, ama bu mümkün değildi şimdi. Sigarasından derin bir nefes çekti.

"Misal bir simitçi gördüm sokakta. Hüzünlüydü gözleri... İşte yalanlarımla doldurup, kirletmeye uygun bir insan yüzü yazarım şimdi... Yok efendim simitçinin köyde sevgilisi varmış da eskiden... Bir de yaşlı olsun simitçi... Yıllar önce yitirdiği sevgilisine hayıflanırmış simit satarken... Ulan hıyar, düpedüz uydurdun işte. Sokakta simit satarken hüzünlü bakan adam yaşlı değildi bir kere. Hem sevgilisine kederlendiğini ne bildin. Büyük ihtimal hasılatı kurtarmadı bugün sattığı, ondan böyle öksüz gibi bakıyor. Ya da ne bileyim, belki de anası hasta."
Kendi kendine hiddetlendi. Ardı arkasına bir kaç kere öksürdü. (Niye öksürttüm ki adamı diye tam burada düşündü yazar.) Sisin içinden güçlükle ışıyan aya baktı. Öksürüğü kesilmişti. Bir şey aramıyormuş gibi yapan gözlerini yine yollara dikti.
"Ne hakkım var be! Gri insan silüetlerinin içini öyle cascavlak, yapış yapış boyayla doldurmaya. Küçükken boya kitaplarım vardı birkaç tane. Annemden az papara yemedim o zaman da "neye ağacın içini çingan pempesiyle doldurdun" diye. Şimdi azarlayan da yok. Ne biçim utanmazca, arsızca dokunuyorum insanların namahremine. Hiç bir etkileyiciliği olmayan basit suretleri, ilgi çekici figürlere dönüştürüyorum, ama niye herşey enteresan,gizemli ve merak uyandırıcı olsun ki. Bırak simitçinin gözlerindeki hüzün, simitçinin gözlerindeki hüzün olarak kalsın."
Gözleri artık rol yapmayı bırakmış, telaşlı bir çabuklukla tarar olmuştu boş sokakları, "sıradan bir an" yakalamanın umuduyla, ama kulaklar daha çabuk davrandı. Ta uzaktan gelen basit meyhane şarkısını tanıdı adam. Gözler hemen, sesin yaklaşmakta olduğu yöne baktı. Ses yaklaştı, yaklaştı. Bir bölümü görünen yokuşun başında arabanın belirmesiyle kaybolması bir oldu. Gecenin bir vakti, herkesler uyurken, karanlığın içinden sesi sonuna kadar açılmış bir teyp, eski ama tanıdık bir meyhane şarkısı ve arabayı kullanan insan... Gözler aradığını bulmuş -hoş, arabayı kullananı görememişti bile- kulakların duyduğu da işin tuzu biberi olmuştu. Elinde yarılanmış sigarayı bir hışımla savururken küller yine elini yaktı. Anında içeri fırladı. Uzun zamandır açmadığı kurşun kalemini, uzun uzun açtı adam. İlk bir kaç cümleyi hızlı ama çok muntazam, okunaklı yazdı.
"Ne yapıyorum ben yine. Arabasındaki teybin sesini sonuna kadar açmış yolları arşınlayan adamın öyküsündeki boşlukları dolduracağım. Hadi oradan, neymiş onun öyküsünün boşlukları? Sen kendi öykündeki boşlukları, hadi onu geç "kendi öykünü" biliyor musun ki? Yani şimdi, biraz önce seni öyle balkonda sigara içerken gören, senin gibi bir gerizekalı "senin öykünü" yazmaya oturduysa... Nasıl dolduruyordur acaba senin boşlukları." (Öykünün yazarı "kendi öykü karakterimizden de hakaret işittik ya, artık yatıp uyumanın vakti geldi" diye düşündü tam burada. "Şu tuhaf herifi de yatırıp uyutayım da, daha çok söver sayar yoksa bu bana.")
Bir an duraksadı. Kalemin ucunu deftere bastıra bastıra eritip, kalınlaştırdı. Yazmaktan vazgeçti. Kalktı ışığı söndürdü. Koltuğun üzerine uzandı kaldı. Uyumuştu.

Hiç yorum yok: