karanlık eski bir dolaba tıkıştırılan türlü eşya gibi... ya da bir çocuğun ayıp resimlerini evde kullanılmayan baca deliğine koyması gibi bişey.

12 Mayıs 2006

Benim de kanatlarım olsa ya!

Oturdu banka. Yorulduğunu hissetmişti nice sonra. Nice sonra acıktığını. Uykusunun geldiğini. Ziftlendiği sigaraların cigerlerini katranla nasıl doldurduğunu. Hatta midesi bile bulanıyordu artık galiba. Üzüldü. Demek artık kaybediyordu eski gücünü.

Güç dediği neydi ki. Sevda mı? Yok değil canım. Kendini kandırmıştı o. İnanç mıydı? İtikatsızın tekiydi. Böyle söylerdi anneannesi. Oturduğu bankın tahtaları kıçını acıtmıştı. Yere dikti gözlerini. “Şu taşın üzerinde yattığım zamanlar” diye düşündü. “Rahattım” diye fısıldadı. Az ötede oturmuş elindeki sopayla toprağı eşeleyen çocuk duymuştu. Acı acı gülümsedi. “Kaldırımın saçlarını okşardım” dedi sigaradan çatallanmış sesiyle. Hırıltılarına inat bir sigara yaktı.

Kuşlara baktı. Özgür filan değildi kuşlar. Onlara özenmekten vazgeçti. Varsın onun kanatları olmasındı. Onlar da bu şehrin tutsağıydı. Şehri de, kuşları da düşünmekten sıkıldı. Boyalı bir banka oturmuş olmaktan korktu. Eliyle sırtını yokladı. Talihsizliğe nasıl bu kadar kendini alıştırdığını düşündü sonra. Şaşırdı.

Güneş alnına vuruyordu. Arsız, bahar güneşi. Kafasının üzerinde dolanan bir sineği defeder gibi bir hareket yaptı güneşi kovmak için. Bulutların arasına girip, kayboldu. Peşi sıra gitti güneşin. Bulutların arasındaydı. Artık onun da kanatları vardı. Gökyüzünden az önce oturduğu banka bakıyordu. Yeni boyanmış olacaktı bank. Sırtının izi çıkmış tahtaların üstüne. “Rahattım” diye fısıldadı gökyüzünden. Toprağı eşeleyen çocuk kuşlara baktı. Sonra gökyüzüne… Göz göze geldiler. Bir zamanlar üzerinde yattığı kaldırım taşlarını görüyordu şimdi. Kaldırımın saçlarını okşardı, okşayamadığı kara saçların yerine. Gökyüzünde sigarasından bir nefes çekti. Püüfff! diye bıraktı dumanı. Duman koca bir bulut oldu. Neşelendi. Coşkuyla doldu içi. Kara saçların sahibinin yüzüne vuran güneşi kapatmıştı bulutu.

Sonra gökyüzünden de sıkıldı. Elleriyle yukarıyı gösteren anneannesi geldi hatrına. O’nun yanına gitti. Serindi ev. Gölgeydi. İki tane sinek odanın içinde birbirinin etrafında dönüp duruyordu. Anneannesi çorba yaptı O’na. Kucağına aldı. Sonra ninni söyledi. Oysa öğlenleri uyumayı hüç sevmezdi. Ama severdi anneannesini. Başı dizinde uyuyuverdi. Uyandığında öğle üzeriydi. Neredeyse hava kararacaktı. “Neden bu kadar güçsüzleştim yoksa söndü mü yüreğimin ateşi” dedi. Evden çıkmadan anneannesi zorla okudu, üfledi. Boğazına dolanan siyah saçları çözüp, uğurladı O’nu.

O kalktı. Yine kaldırıma gitti. Banka oturmadı. Sırtı boyansın istemedi. Yüzünü koydu soğuk taşların üstüne. “Rahatım” diye düşündü. Yine sevdalıyım. Kaldırımın yine okşadı saçlarını. Gözünün önüne bir güvercin kondu. “Benim de kanatlarım olsa ya” diye düşündü. Anneannesi okumuş, üflemiş boğazındaki siyah saçların düğümünü çözmüştü. Usandı kaldırımda yatmaktan. Artık güçlü değildi. Kalkarken “benim gücüm, sevdammış” diye düşündü.

Kahveye gitti sonra. Üstü başı toz içindeydi. Bir kahve söyledi az şekerli. Kahveci suratına bir tuhaf baktı. Üflediği bulut dağılmıştı. Alnına akşamın en mahsun güneşi vurdu. Aynı güneş katran karası saçların sahibinin de alnındaydı şimdi. Kahveyi içti bitirdi. Kahveciye para vermeden çıktı, gitti. Uzakta öbeklenen güvercinlere bir avuç toprak savurdu. Sopayla toprağı eşeleyen çocuk ağlaya ağlaya kaçtı. Güvercinlerin hepsi dört bir yana savruldu uçtu. Gitti en ıslak boyalısından bir bank buldu. Oturdu.

Hiç yorum yok: